|
||||||||||||||||||||
LİSEDEFELSEFE.4MG
|
|
|||||||||||||||||||
KONULAR
SORULAR |
Felsefe, varlığın var olup olmadığını; varsa eğer nasıl
var olduğunu sorgular. Reel (gerçek) ve ideal (düşüncel) varlık alanları, töz
(cevher) ve öz ile oluş nedir gibi sorular ontolojinin ( varlık öğretisinin )
temel sorunlarıdır. Bu konudaki açıklama ve varsayımlar ilkçağa dayanır.
Ancak ontolojinin bir felsefe dalı olması ve bu adı alması 17. yüzyılda
Wolf’a dayanmaktadır. 18 ve 19 yüzyılda Kant ve Hegel’in bu alandaki
çalışmalarını, 20. yüzyılda Hartmann izlemiştir. Ancak doğaldır ki varlık
sorunu ilk günden bu yana felsefeyi meşgul etmiştir. Başlangıçta doğa filozoflarının ilgilendiği varlık sorunu
onların hemen ardından Atina idealistlerinin metafizik anlayışında temel
sorun olmuştur. Varoluşu idealist bir anlayışla ele anmak orta çağında
karakteristiği olarak karşımıza çıkar. Şimdi bunlara kısaca bir göz atalım: İLKÇAĞ MADDECİLERİ
İlkçağ Maddecileri ( Doğa Filozofları ) Thales’ten
Demokritos’a kadar uzanan ve coğrafya olarak Anadolu’da yaşayan düşünürlere
verilen addır. Maddeci düşünürler; evrenin bir yaratıcısı olmadığı ve ezeli
bir var oluş içinde olduğu düşüncesindedirler. Onlara göre “Hiçten bir şey
olmaz.” Evrenin de bir ilk biçimi, ilkolanı, arkhé’si vardır. Her şey
arkhénin dönüşümü sonucu bugünkü halini almıştır. Thales’e (625-545) göre ilkolan sudur.
Her şey sudan gelir ve yine suya dönecektir. Dünya da sonsuz su ( okeanos )
içinde yüzer. Arkhenin ne olduğu konusunda çok farklı isimlendirmelere
rastlanır. İlkolan kimi zaman toprak, hava, su veya ateş ya da bunların
kombinasyonunu şeklinde karşımıza çıkmaktadır; kimi zaman ise sayı, apeiron
(sınırsızlık-sonsuzluk) sperma ( tohum ) ya da atom olarak. İlk çağ maddecileri içinde öne çıkan düşünürlerin başında
Efesli Herakleitos (540-480) gelir. İlkolan’ı ateş olarak kabul eden
Herakleitos; evreni karşıtların zıtlığı ve birlikteliği ile açıklar. Tanrı da
ihtiyarlık ile gençlik, gece ile gündüz gibi zıtlıkların arkasında bir olan
noustur, akıldır. Ona göre evrende değişmeyen tek şey değişimdir. Bu nedenle
de “ Aynı ırmakta iki kez yıkanamayız. Çünkü hem ırmak değişmiştir; hem de
biz.” Maddeci görüşü son noktasına taşıyan da Teos’lu Demokritos’tur.
(460-370) Ona göre evrenin temel yapı taşı bölünemeyen madde yani atomdur.
Canlı-cansız, bitki-hayvan, insan-ruh her şeyin temelinde atom vardır.
Atomlar yapısal olarak aynı oldukları halde hareket alanları , hareket
hızları, ağırlıkları, dizilişleri farklılık gösterdiği için dünyadaki farklı
maddeler oluşmaktadır. İnsan duyu organları ile ancak maddenin dış görünüşü
hakkında bilgi sahibi olabilir. Ama maddenin temelini oluşturan atomlar
hakkında bilgi edilemez. Bu nedenle de maddelere ait bilgilerimiz doğruluktan yoksundur ve karanlıktır. SOFİSTLER
İLKÇAĞ ŞÜPHECİLERİ
“Bilen” anlamına gelen sofist sözcüğü ilkçağda genellikle
gezgin öğretmenlik yaparak yaşamlarını çok farklı mekanlarda geçiren
düşünürlere verilen bir addır. Sofistler genelde kuşkucu bir yaklaşım
içindedirler. İnsan sorununa geniş yer verdikleri düşünceleri; görelilikten
bilinemezciliğe kadar uzanır. Protagoras’ a (482-411) göre “İnsan her
şeyin ölçüsüdür, varolanların varlıklarının da; varolmayanların
varolmadıklarının da.” Buna göre her şey için tam karşıt iki tez ileri
sürülebilir. Gorgias (483-375) biraz daha ileri
giderek; genel olarak varlık hakkında bilginin olanaksızlığını ileri sürer.
Ona göre hiçbir şeyin varlığı kesin değildir. Varlık olsaydı bile onu bilmek
olanaksızdır. Bir şekilde varlığı bilseydik bile bunu başkalarına
bildiremezdik. İLKÇAĞ İDEALİSTLERİ
Atina’da felsefe diğer şehirlerden çok farklı bir yol
izler. Sokrates’le başlayan, Platon’la devam eden ve Aristoteles’le
noktalanan idealist yaklaşımlar yalnızca kendi dönemlerinde değil, çok
sonraları da etkili olmuştur. Bu düşünürlerin kurdukları ruhçu ve idealist
yaklaşım özellikle de iki büyük dinin resmi görüşlerinin temelini
oluşturmuştur. Hıristiyanların yanı sıra İslam dünyası da bu düşünürlere
büyük önem vermiştir. Platonu EFLATUN olarak tanıyan İslam dünyası, Aristo
için de BAŞÖĞRETMEN sıfatını kullanmıştır. Varlık hakkındaki düşünceleri idealist olan üçlünün
bilginin kaynağı konusundaki yaklaşımları da akılcıdır. Akılcı öğreti bilginin kaynağının öznel ve aldatıcı olan
duyu verileri olamayacağı görüşündedir. Akılcı öğreti herkes için geçerli
olan gerçek bilgilere ancak akıl yolu ile ulaşabileceğimiz savındadır. Ancak
kendi aralarında da iki farklı yaklaşım sergilerler. Birinci görüş (Sokrates
ve Platon) bilgilerin doğuştan insan aklında hazır olduğunu; ikinci görüş
(Aristoteles) ise doğuştan bilgilerin değil, bilgiyi elde etmede kullanılan
akıl ilkelerinin doğuştan var olduğunu ileri sürer. Sokrates ( Atina; 469-399 )
Sokrates’e göre insanlara yeni bir şey öğretmek mümkün
olmadığı gibi, böyle bir işe kalkışmak da
saygın bir şey değildir. Çünkü bilgiler insan aklında doğuştan vardır.
Yapılması gereken şey bilgileri ruhun derinliklerinden gün ışığına çıkartmak,
doğurtmaktır. ( Maieutike ) Bunu yolu da karşılıklı konuşmadır diyalogdur.
Uygun sorularla doğurtulamayacak bilgi yoktur. Sokrates diyalog konusunda kendine özgü ince-alaylı bir
konuşma sanatı olan ironiyi geliştirmiştir “ Bir tek şey biliyorum, o da hiçbir şey bilmediğim.”
diyerek yola çıkar. Bilgiyi arama
serüveninde; konunun uzmanlarıyla, uzmanlık alanlarına giren konular üzerinde
söyleşir. Bir yandan bilgiyi ararken diğer yandan da bilgiye sahip
olduklarını sananlarla ince ince dalga geçer, alay eder. Bu tavrının bedelini “Atina’nın tanrılarına inanmamak ve
gençleri baştan çıkarmak”la suçlandığı mahkemeden aldığı ölüm cezası ile
öder. Mahkemede yaptıkları nedeniyle ceza değil ödül alması
gerektiğini ileri sürer. Mahkemenin verdiği ölüm cezasının da aslında ceza
değil ödül olduğunu, çünkü ölümün sonsuz bir uyku veya bir başka dünyaya göç
olduğunu; her iki durumda da ceza olamayacağını anlatır. Korkunun
bilgisizlikten kaynaklandığını , sonuçlarını bildiğimiz durumlardan
korkulmayacağını söyler. Ölüm
cezasının infazını cellâtlara bırakmaz, kendisi uygular ve öğrencilerinin
önünde ölür. Bu tavrı kuram-eylem bağlamı açısından tutarlı ancak
trajik bir örnek oluşturur. Kendisini izleyen düşünürler üzerinde özellikle
de ethik (ahlak felsefesi) açısında oldukça etkili olur. Ancak izleyenleri
onun haz teorisini farklı biçimlerde yorumlayarak farklı dünya görüşlerine
ulaşırlar. Sokrates’i en iyi anlayan ve en doğru yorumlayan, giderek
de görüşlerini sistemli bir biçime sokan Platon’dur. PLATON (427-347 Atina)
Sokrates’in diyaloglarını yazıya geçirdi. O öldükten sonra
da yapıtlarında Sokrates’i konuşturmaya devam etti. Platon düşüncelerini
Akademia adını verdiği okulunda yaydı. Sokrates’te dağınık olan idealist
anlayışları sistemli bir dünya görüşü haline getirdi. Platon’a göre iki ayrı dünya vardır. Bunlardan birincisi “idea”ların
evrenidir. İdea’lar düşünsel varlıklardır, nesnellik taşımazlar. Ancak gerçektirler.
Her İdea’dan bir tane vardır. Hem tek hem de gerçek olan ideaların bilgisi de
tek ve gerçektir. Ancak ideaları duyu organlarıyla kavramak olanaksızdır.
Onları bilgisine ancak akıl yolu ile ulaşabiliriz. Platon bu bilgilere
“episteme” , “sophia” ( gerçek bilgi ) adını verir.Bu bilginin peşine düşen
insan da gerçek bilginin dostu olan filo-sophia yani filzoftur. İkinci evren ise şu an içinde yaşadığımız “fenomen”ler
evrenidir. Fenomenler ideaların gölgeleridir. Fenomenler evreni nesneldir
ancak gerçeklikten yoksundur. O bir yanılsamadır. Sanal bir evrendir.
İdeaların fenomenler evreninde birden çok gölgesi yani yansımaları vardır.
Gölgelerin hiç biri tam olarak ideaları yansıtmazlar. Bir fenomen ( gölge )
ideasına ne kadar benzer se o kadar o “şey” olur. Fenomenler duyu
organları ile kavranırlar. Biz onlar hakkında bu yolla bilgi sahibi
olabiliriz. Ancak bu bilgiler fenomenler evreni gibi “tek”likten ve
“gerçek”likten yoksundurlar. Doxa ( sanı bilgisi ) adını verdiği bu
bilgilerin peşinde koşan ve ideaların farkında olmayan kişilere sanı dostu
anlamına gelen filo-dox adını verir. Platona göre insan ruh olarak idealar evreninde yaşar. Bu nedenle de
ideaların bilgilere ruh olarak sahiptir. Ancak insan zaman zaman bir beden
içinde fenomenler evrenine gelir. Fenomenler dünyasında yaşarken ideaları unutur. Fenomenlerin
aldatıcı bilgileri peşine düşer.
Filodox olur. İçlerinden bazıları ise ideaların bilgisini akılları
aracılığı ile anımsarlar ve gerçek bilgilerin peşine giderler. Filozof
olurlar. ARİSTOTELES ( 384-322 Atina)
Öğretmeni Platon’un düşüncelerine katılmadığı için,
yetiştiği okula yani Akademia’ya yönetici olmayı kabul etmeyip, kendi
okulunu, Lyceum’u (lise) açmıştır. Pek çok kitabının yanı sıra O; doğru düşünmenin yollarını
açıkladığı Organon (Alet) adlı kitabı ile de kendi adıyla anılan Klasik
Mantık’ın kurucusu olmuştur. Felsefe alanında olduğu kadar bilimsel çalışmalarıyla da önemli olan
Aristoteles, ontolojik anlayışını Fizik kitabının ardından yazığı ve adını
Fizikten Sonra olarak koyduğu Metafizik kitabında ortaya koymuştur. O günden
bu yana da metafizik kavramı doğaüstü anlamında kullanılmaktadır. Ona göre iki ayrı evren yoktur. Tek evren vardır ve nesnel
olanla gerçek olan ayrı şeyler değil bir ve aynı şeydir. Ancak var oluş , iki
farklı özün değişik oranlarda birleşmesiyle gerçekleşir. Var oluş form (salt
biçim) ile hyle’in (salt madde) birleşmesidir. Saf madde biçim almaksızın var
olamaz. O ancak bir olanaktır, var değildir. Var olabilmesi için mutlaka form
alması gerekir. Varlığın en basit biçimi cansız maddedir. Form Hyle’ye
şekil, renk, koku gibi temel, basit özellikler vererek onu var eder. Varlığın
ikinci aşaması bitkilerdir. Bitkiler kendinden önceki varlık tabakasının –
cansız maddelerin- tüm özelliklerini taşımanın yanı sıra, özümseme yapma ve
benzerini yaratarak çoğalma gibi özelliklere sahiptirler. Bitkiler daha fazla
form alarak bu fazla özelliklere sahip olmuşlardır. Varlık tabakalarının üçüncüsü
hayvanlardır. Hayvanlar bitkilerden daha fazla form sahibi oldukları için onlardan
daha mükemmeldirler ve onlarda bulunmayan duyumsama ve yer değiştirme
özellikleri vardır. Hayvanlar üstünde yer alan son varlık tabakası,
insanlardır. İnsan akıl sahibi olma özelliği ile diğer varlıklardan ayrılır.
İnsan aklı doğuştan sahip olduğu akıl ilkeleri ile algı sürecinden edindiği
malzemeleri işleyerek, duyum süreçlerini bilgi haline getirir. Bu işlemi
yaparken de mantık kuralları ile davrandığı oranda doğru bilgilere
ulaşabilir. Ancak Aristoteles tüm insanların bu yeteneklere sahip
olmadığını söyler. Çünkü insanlar da tıpkı kendinden önceki tabakalar gibi
kendi içinde farklı tabakalara sahiptir. İnsanların en alt basamağını
kadınlar oluştururlar ve onlar aklın ilkelerine sahip değildirler. Onların
üstünde yer alan köylü ve köle erkekler de tıpkı kadınlar gibi akıl
ilkelerinden yoksun olarak dünyaya gelirler. Bu nedenle onlar da kadınlar
gibi doğru düşünme yeteneğinden yoksundurlar. Varlık tabakalarının dışında form tek başına vardır ve en
yetkin durumundadır. Salt biçim Tanrıdır.
|