LİSEDEFELSEFE.4MG

 

 

KONULAR

1

Felsefeye Giriş

2

Bilgi Felsefesi

3

Bilim Felsefesi

4

Varlık Felsefesi

5

Ahlak Felsefesi

6

Siyaset Felsefesi

7

Sanat Felsefesi

8

Din Felsefesi

 

SORULAR

AML SINAV SORULARI

ÇALIŞMA SORULARI

ÖSS SORULARI

 

 

 

 

 

 

FELSEFE SÖZCÜĞÜNÜN ANLAMI

Felsefe sözcüğü ilk kez Antik Ege’de Samos’lu  matematikçi düşünür, Pythagoras ( Pisagor İÖ 6.yy ) tarafından kullanılmıştır. Pythagoras; dost ve bilgi anlamlarındaki filos ve sofia sözcüklerini yan yana getirerek kendisini ifade etmiştir. Çünkü ona göre eksiksiz bilgelik (sofia-sophia) ancak tanrılara yakışır. İnsan ise sofia’nın yalnızca dostu olabilir. Yani felsefe bilginin dostu anlamı taşımaktadır.

İÖ 4. yüzyılda Atina’lı düşünür Platon bilgiyi doxa ve sofia olarak ikiye ayırdıktan sonra; bu bilgilerin ardına düşen farklı iki anlayışta insan tanımı yapar. Bu dünyanın aldatıcı bilgileri peşinde koşan filodox ve gerçek bilgiyi arayan filozof.

Platon’un bu tanımı yaygın kabul görür. Ortaçağa öğrencisi Aristoteles ile birlikte damgasını vuran Platonun görüşleri; İslam kültüründe de en az batıdaki kadar etkilidir. Hatta Platon o kadar kabul görür ki; adı EFLATUN’a bile çıkar.  Sufi, sofu ve feylesof sözcükleri Filosofia sözcüğüne karşılık gelmektedir.

İslamiyet’in kabulünden sonra Türkçe’ye de bu sözcükler girerek günümüzde kullandığımız biçimi almışlardır. Platon’nun adı bile dilimizde çoğu kere Eflatun olarak kullanılır.

 

Felsefenin Doğuşu

İnsan bu günkü biyolojik yapısına iki milyon yıl süren evrim sürecinin sonunda elli bin yıl önce ulaşmıştır. O günden bu yana yaşmış olduğumuz süreç toplumsal değişim sürecidir. Bunun ilk bölümünde önemli bir değişimde yoktur. Bugüne gelindikçe değişim giderek hızlanır. Günümüzde ise toplumsal değişim baş döndürücü bir hal almıştır.

İnsan ilk dönemde tıpkı diğer hayvanlar gibi doğada hazır bulduklarını toplayarak ya da avlanarak yaşamını sürdürür. Bir farkla ki; bunu yaparken alet yapar ve kullanır. Bu özelliği ile doğaya her gün  biraz daha çok egemen olurken; kendisini de her defasında yeniden yaratmıştır.

İlkel Kominal dönemde yaptığı aletlerle doğayı hızla tüketen insan her defasında yeni bir doğal bölgeye göç ederek yaşamını sürdürmeye çalışmıştır. Ancak bu süreç zaman içinde doğanın yeniden üretilmesi ile sonuçlanmıştır. İnsan artık doğayı doğrudan tüketmenin yanı sıra doğayı sayısal olarak üreterek yeni bir yaşam biçimi oluşturmuştur. Doğanın sayısal olarak üretilmesi iki farklı alanda uzmanlaşmış farklı toplum yaratmıştır. Bunlarda biri bitki tarımı yapan ve bu nedenle de toprağa bağlı yaşayan köyler yani uygar toplumlardır. İkincisi hayvanları evcilleştirip üreterek  yaşamını  sürdüren topraktan belli ölçüde bağımsız göçer barbar toplumlardır.

İlkel Kominal dönemde toplumların üretim ve tüketim etkinlikleri ve bunun sonucu oluşturdukları kültür de birbirine çok benzemektedir. Oysa doğanın sayısal olarak üretilmesindeki iki farklı etkinlik birbirine benzemeyen iki ayrı toplum biçimi yaratmıştır.

Toplumlar arasındaki; doğal kaynakların , toprakların veya ürünlerin paylaşılması konusunda çıkan anlaşmazlıkların güç kullanılarak çözümlenmesinde; barbarlar genellikle uygarlardan daha kazançlı çıkmışlardır. Bu nedenledir ki barbar sözcüğü kaba kuvvetle eş anlamda kullanılagelmiştir.

İki farklı kültür günümüzden beş bin yıl önce Mezopotamya’da ortak bir üretim süreci oluşturmuşlardır. Hayvan gücü kullanılarak yapılan tarım; başka bir deyişle KARASABAN devrimi; insanın tükettiğinden fazla üretmesine neden olmuştur. Bu durum toplumun yeniden organizasyonu ile sonuçlanmış ve DEVLET kurumu doğmuştur.

Devletle birlikte toplumsal düzeni sağlayan yaygın yaptırım güçleri; gelenek, örf , adet ve töre yerini, devletin koyduğu daha net ve kesin yaptırım gücü olan hukuğa bırakmıştır. Hukuk; devletin toplumsal düzeni belirleyerek denetlediği, yazılı kurallar sistemidir. Yani artık insan yazmaktadır. İnsanın ilk yazılarında yalnızca yasalar değil aynı zamanda mitolojik öyküleri de vardır. Bu dönemin yazılarının en genel özelliği imzasız yani anonim olmalarıdır.

Bu dönemde doğa olayları ve gök cisimleri sıkı bir gözlemle bilinebilir hale gelmiştir. Ancak bu tür bilgiler rahipler sınıfının dışına hiçbir şekilde sızdırılmamıştır.

İ.Ö. 1000 yıllarında bu kez Ege ulaşmış olduğu gelişmişlik düzeyi ile insanlık için yeni bir kilometre taşı oluşturmuştur. Gelişen tarımsal üretim pazarı büyütürken yeni bir değişim aracının doğmasına neden olmuştur: PARA. Para bir yandan değişimi kolaylaştırırken diğer yandan da zenginliğin yaygınlaşmasına neden olmuştur. Ege kentlerinde yeni varlıklı sınıfın doğmasına neden olmuştur.

Bu varlıklı sınıf, ekonomik güçlerini toplumsal yönetime ortak olma doğrultusunda kullanarak, tarihte ilk kez daha yaygın bir egemenliğin yaşanmasına, yani sınıfsal özellik de taşısa ilk demokrasinin doğmasına neden olmuştur.

Demokrasi yetişmiş insana gereksinim duyduğundan; bu dönemde bilgi değer kazanarak yaygınlaşmıştır. Bilim ruhban sınıfın tekelinden kurtulmuş ve yaygınlaşmıştır. Örgütlü olmasa da eğitim yaygınlaşarak; akıl inakların yerini almaya başlamıştır. Çok tanrılı dinlerin de etkisi ile dini bir hoş görü yaygınlaşmıştır.

İ.Ö 8 yy.la gelindiğinde; yazı gelişerek bireyselleşmiş; hukuk ve mitlerin dışında bireysel duygular ve bilim yazının konuları içine girmiştir. Hatta ilk kez kişisel hukuk denemeleri ve krallığın dayattığının  ötesinde tarih yazılmıştır.

İ.Ö. 6 yy.da ise MİLET’li THALES insan aklını binlerce yıldır kurcalayan “Evren nedir ?” sorusuna ilk kez dinlerin dışında bir yanıt aramıştır. İşte bu Felsefe’nin başlangıcıdır. Bu başlangıçta   1) gelişen ekonomik koşullarla zenginleşen toplum 2) yaygınlaşan yönetim erki yani demokrasi   ve    3) dogmalırın koşullanmalarını aşacak ölçüde hoşgörülü laik anlayış etkili olmuştur.

Thales’in felsefe tarihindeki önemi; evrenin nasıl oluştuğuna ait görüşleri değil, ama bu konuyu ele alış biçimidir. Çünkü o ve dönemin Anadolulu filozoflarının hareket noktaları; “ hiçten bir şey olmaz” düşüncesidir. Bu dine karşı maddeci bir yaklaşımın ifadesidir. Anadolu düşünürleri evrenin bir ilk olandan  ( arkhé ) değişerek oluştuğu düşüncesindedirler. Her biri ayrı arkhéler öne sürmüşlerdir. Ancak ortak yanları evrenin yaratılmamış olduğu düşüncesidir.

Ege’nin öbür tarafında ATİNA’da ise farklı bir dünya görüşü ağır ve emin adımlarla gelmektedir. Sokrates, Platon ve Aristoteles everenin oluşumunun temelinde düşünceyi esas almaktadırlar. Her ne kadar Atina tanrıları ile araları hoş değilse de; çok daha farklı ve soyut bir tanrı fikrinin doğmasına katkıda bulunmaktaydılar. Aralarında öğrenci öğretmen bağı olan bu üç düşünür idealizmin ilk kaleleridir.

Ege’nin   iki yakasında farklı yaklaşımlar gelişerek taraftar toplarken adalı düşünürler bu iki kampa aynı mesafede uzak kalmışlar ve kuşkucu bir yaklaşımın ilk temsilcileri olmuşlardır.

Bu  üç farklı  -ve hemen hemen uzlaşmaz görünen-  yaklaşım; günümüz felsefe akımlarının da bir biçimde içinde yer aldıkları; idealizm-materyalizm-septisizm’den başkası değildir.

 

ORTAÇAĞDA FELSEFE

Antik Ege uygarlığının ardından felsefe, yeni dünya dini Hıristiyanlığın etkisi altına girmiştir. Bu dönemde felsefenin işlevi, dinin dogmalarını temellendirmek ve savunmak olmuştur. Antik Çağın iki ünlü düşünürü Platon ve Aristoteles’in düşünceleri  bir yandan resmi ideolojiye dönüşürken, diğer yandan da kitapları yasaklanmıştır. Aynı ilgiyi İslam Ortaçağında da görürüz. Bu iki düşünür İslam düşüncesinde de önemlidirler.

Kölelerin eşitlik ve insanca yaşama mücadelesi ile doğan Hıristiyanlık bir süre sonra; din adamları elinde bir baskı ve zulüm aracına dönüştürülmüştür. Hıristiyan hukuk sistemi olan Engizisyon artık bir işkence aleti gibidir.

14 – 15 . yy. da yine kilise çevresinde başlayan yenilikçi hareket, bir yandan Hıristiyanlığın başlangıcındaki insani özüne geri dönmeye çalışırken, diğer yandan da laik bir yaşam biçimi temellendirme arayışına girer. (Reform-Rönesans)

İşte tam da bu noktada, tıpkı İÖ 6 yy. da olduğu gibi insanlığın yardımına felsefe yetişir ve 17. yy. da Descartes; dini felsefelerin dokunulmaz düşünürü Aristoteles’i eleştirirken; kuşkuyu doğruyu bulmanın yöntemi haline getirir. Yeni biçimi ile septisizm yalnızca felsefenin değil bilimlerin de önünü açar. Aydınlanma ve onu izleyen burjuva devrimleri insanlığı 20. yy. taşır.

Reform, Rönesans, aydınlanma ve Burjuva Devrimleri “İNSAN”ı temel alırlar. Ancak sanayi devrimi ve dünya savaşları ile savrulan insanlık; 19 ve 20. yy. da bir yandan kapitalizmin eleştirisi olan sosyalist akımların, diğer yandan da yaşanan karamsarlığın yeni metafizik yaklaşımlarla aşılması olan varoluşçuluk gibi akımların doğmasına neden olur. Gelişen kapitalizm, insan düşüncesinin renklerini pragmatizm ve liberalizme; bilim ise deneycilik ve olguculuk akımlarına taşır.

Ancak tüm akımlar daha önce sözünü ettiğimiz üç temel anlayışın; şurasında yada burasında ama içinde yer alırlar. Yani insan aklı hala antikitenin idealist, maddeci veya septik akımlarının değişik bin bir rengine bürünerek varlığını sürdürür.

Önceki Sayfa

İnsan Bilgisi ve Türleri

Bilgi; bilenle ( Özne / suje ) bilinen ( Nesne / obje ) arasında kurulan bağ sonucu açığa çıkan üründür. Felsefe bilgi konu olunca öncelikle ve genel olarak insan bilgisini konu edinir. Bu açıdan bilen insandır. Bilinen ise insan çevreleyen diğer tüm varlıklardır. Hatta insanın kendisi de çoğu kere insan bilgisinin nesnesini oluşturur. Bilgi sürecinde bilenle bilinen arasında kurulan bağ (bilgi aktı) bilgiyi önemli ölçüde etkiler. Bilginin kaynağını oluşturan bu ilişkiler yumağı; bilginin doğruluk değerini etkiler.

İnsan bilgiye ulaşırken; duyum süreci, deneyim, akıl, inanç, sezgi gibi bilgi bağlarını kullanır. Her bağ farklı bilgiler oluşmasını sağlar. İnsan bilgisi farklı sınıflara ayrılabilir. Birbirlerine benzeyen ve ayrışan yanları bulunan  bilgi türleri şunlardır:

 

Gündelik bilgi

Yaşantılardan elde edilen pratik bilgilerin genel adıdır. İnsan yaşamını kolaylaştıran ve sürdüren bu bilgi türü; sahip olduğumuz en eski bilgi çeşididir. Yaşamı kolaylaştırmanın ötesinde; onu olanaklı da kılan gündelik bilginin kaynağı yaşantının bizatihi kendisidir. Deneyimlerden, yaşantılardan doğar ve genellikle de duyum sürecine dayanırlar. Yaşadığımız fiziksel çevreden olduğu kadar toplumsal çevreden de etkilenen gündelik bilgi bu açıdan kültürel farklılıklar taşır. Hatta giderek herkese göre farklılıklar taşır; çünkü herkesin deyimleri, yaşantıları ve bunun ötesinde de hayattan beklentileri faydası, çıkarı birbirinden ayrıdır. Herkesin üzerinde anlaşabileceği tek bir doğru bulmak olanaksızdır. Bu nedenle de gündelik bilgiler felsefenin ana konusunu oluşturmazlar.

Gündelik bilginin elde edilmesinde izlenen yol yani YÖNTEM de daha çok andırım (analoji) türü olmasına karşın; kültüre hatta bireylere göre ayrılıklar gösterir. Gündelik bilgiye ulaşmamıza yarayan genel-geçer tek bir yöntem yoktur. Çok ve farklı yöntemlerle elde edilen gündelik bilgi için; bu yöntem çokluğu nedeni ile bazı düşünürler; yöntemsiz bilgidir diye söz edeler. Oysa daha doğru bir biçimde ifade edecek olursak; gündelik bilgiye ulaşmak için çok farklı yöntemler vardır, ve bu yöntemlerden her biri kendine göre doğrudur.

Gündelik bilgi; az çok nesnellik taşır. Çünkü insan yaşamını sürdürebilmek için doğaya uygun bilgiler edinmek durumundadır. Ancak bu bilgiler, bireysel yaşantılara dayandıkları içindir ki zorunlu değildirler. Ancak yine de bu bilgilerde az-çok neden-sonuç ilişkileri bulunur. Ama zorunluluk ve ölçü yoktur.

Gündelik bilgilerin konuları yaşamın her alanına ait ve genellikli de rastlantısal olmamın yanı sıra birbiri ile uyumlu olmak zorunda da değildirler. Hatta derin çelişkiler bile taşıyabilirler. Bu nedenle de DÜZENSİZ bilgiler olarak da adlandırılırlar.

Tüm bu olanaksızlıklarına karşın gündelik bilgiler; binlerce yıl teknik bilgiye kaynaklık etmişlerdir. Hatta hem geçmişte hem de günümüzde gündelik bilgilerin diğer bilgi türlerini etkilediklerini veya kaynaklık ettiklerini de gözlemleyebiliriz.

 

ÖZETLE:

·      Yaşantılardan , deneyimlerden doğar

·      Duyuma ve algılara dayanır

·      Yaşamı kolaylaştırır hatta olanaklı kılar

·      Görelidir; kültürden kültüre ve hatta bireylere göre değişir

·      Analojiktir (andırım)

·      Farklı yöntemlerle elde edilir, genel bir yöntem yoktur

·      Az-çok nedensellik taşır, zorunluluk yoktur

·      Sistematik değildir, konu bütünlüğü ve mantıki tutarlılık olmayabilir

·      Kendinden farlı bilgi türlerine kaynaklık edebilirler

 

Din bilgisi

Bilenle bilinen arasındaki bağın; bu iki unsurun dışında aşkın bir varlığa olan itikatla, inançla kurulan bilgi türüdür. Fiziki yasaların ötesinde bir yaklaşım olduğu için metafizik (Fizikötesi) bilgiler olarak da değerlendirilirler. Din bilgisinin temel mantığı; evreni ve beni yaratan aşkın varlık ( genellikle tanrı ) en doğru bilgiye sahiptir. “O halde doğru bilgi için onu dinlemeliyim, ona yönelmeliyim.” düşüncesinden kaynaklanır.

İnanç esasına dayanan din bilgisi dogmatiktir. Yani inaklar, tartışılmaz, kendilerinden kuşku duyulamaz. Bu açıdan din bilgileri mutlaktır. Ancak mutlaklık o inanç sistemine inanlar arasındadır. Bir başka inanç nüansı için yine ve ancak kendi inançları mutlaktır. Değişmez, tartışılmazdır. Bu açıdan bakıldığında; tüm mutlaklık iddialarına karşın din bilgisi de görelidir.

Din bilgisinin doğruluk değeri; doğa uygunlukta aranmaz. Doğa din bilgisine uymuyorsa, yanlış bilgide değil doğadadır.

Din bilgisi; sistematiktir. Dünyaya özgün bir bakıştır. Kendi içinde mantıki bir tutarlılık taşımaktadır. Ayrıca da düzenleyici, yaptırımcı bir güce sahiptir. Genellikle örgütlüdür. Şöyle ki:

Din temel olarak üç ana unsurdan oluşmaktadır.

1 . İnançlar: Aşkın varlık ve evrene ait temel inaklar vardır. Bunlar tartışmasız ve kuşkusuz kabul edilmek zorundadır. İnançlar sistemi dinin en statik en mutlak bilgilerini oluşturur. Aynı dine ait mezhep arasında bile genel bir uzlaşı söz konusudur.

2 . İbadetler : Aşkın varlığa karşı kulluk görevinin yerine getirilmesi için yapılması gerekenlerdir. Aynı mezhep ve tarikatlar bazında mutlak olan ibadet bilgileri, farklı tarikat ve mezheplerde çelişen davranışlar bile içerebilmektedir. Bunun da ötesinde zaman içinde de ibadetlere ilişkin değişiklikler söz konusu olabilmektedir. Yani din bilgisinin az çok mutlaklık içeren ama aynı ölçü de değişebilen kesimidirler.

3 . Hukuk ve ahlak kuralları: Aşkın varlığa inanmanın, ona ibadetin yanı sıra dinler; insanlara kendi kurallarına göre bir toplumsal düzen (hukuk) ve vicdani tavır (ahlak) önerirler. Hatta önermekle de kalmaz bunu yaşama geçirmek için zorlayıcı da olurlar. Hukuk ve ahlaka ait bilgiler din bilgileri içinde en az mutlak olanlardır. Çünkü din yaygınlaştığı ölçüde farklı toplumsal kültürlerin etkisiyle, farklı yaşam biçimlerine dönüşür. Hem yer hem de zamana göre değişerek mutlak olmaktan uzaklaşırlar.

Özellikle de günümüz laik toplumlarında din bir yaşam biçimi olmaktan çok vicdan olayı biçimine dönüşerek tanrı ile insan arasında bir ilişki ve bilgi biçimine dönüşmüştür.

ÖZETLE

·      İnanca dayanır

·      Dogmatiktir

·      Sistematiktir

·      Doğaya uygunluk aranmaz

·      Mutlaktır. Ancak değişmez değil tersine görelidir.

 

Teknik bilgi

İnsan doğayı değiştirirken alet yapar ve kullanır. Alet ve avadanlık yapmak için gerekli bilgi teknik bilgidir. Adını “beceri” anlamına gelen yunanca “techne-tekne” sözcüğünden almaktadır. 

Teknik bilgi somut varlık alanına ait bilgidir.  Özellikle başlangıç döneminde Teknik bilgi Gündelik bilgiye dayanmaktadır. Günümüzde ise gelişmiş toplumlarda tamamen bilimsel bilginin bir uygulama alanı biçimindedir. Bu nedenle de Bilim ve Teknik birbirinden ayrılmaz bir bütünlük içerisindedir. Hatta toplumların gelişmişlik düzeylerine ilişkin önemli bir ölçüdür.

Teknik bilgi yaşantılar ve deneyimlerden çok akla ve düşünceye dayanır. Teknik yaratıcı insan aklının ürünüdür. Bir anlamda da teorik bilgilerin somutlaşmasıdır. İnsanlığın ortak değerleri arasında yer alır. Yani evrenseldir.

Amacı ürettiği alet ve avadanlıklarla doğayı insan lehine değiştirmek ve insanı daha iyi yaşatmak olan teknik bilgi; çoğu kere hayatı zorlaştırır bir nitelik taşıyabilmektedir. Teknik ya doğrudan insanı imha etmeye yönelik silah teknolojisi biçiminde ya da yarattığı pek çok çevre sorunu ile insanın önünü açmak şöyle dursun insanlığın geleceğini tehdit eder durumlara bile neden olmaktadır.

Teknik bilgi tarihsel süreç içerisinde üç farklı aşama geçirmiştir. 1) Alet teknolojisi, 2) Makine teknolojisi ve 3) Otomasyon teknolojisi.

 

Sanat bilgisi

Teknik gibi sanatta insanın doğada olmayan bir şeyi yaratması, üretmesidir. Ancak teknikte amaç insan yaşamını kolaylaştırmak iken, sanatın böyle pratik bir amacı yoktur. Sanat üretiminin amacı “güzel” ve estetik hazdır.

Sanat bilgisine ulaşılırken akıl, düşünme gibi bilgi aktlarının yanı sıra düş gücü,  sezgi gibi bağlar da kullanılır.

Sanat bilgisi düşe hayale geniş yer verdiği içindir ki; sanat bilgisinin doğa uygunluğu zorunlu değildir. Sanatın objelere ilişkin ille de doğu bilgiler verme gibi bir amacı yoktur.

Sanat bilgisi yaratıcı insan akılının ürünüdür. Bu açıdan öznel ve özgün bir üründür. Teklik onun en belirgin özelliğidir. Aynı sanatçı bile farklı zamanlarda aynı objeyi farklı bir tavırla ele alıp farlı yorumlara ulaşır.

Sanat bilgisi farlı araçlarla ifade edilebilir. Bu da aynı temaların farklı malzemelerle işlendiği çok farklı sanat alanlarının doğmasına neden olur. Resim, müzik, heykel, edebiyat, sinema, mimari, tiyatro gibi pek çok sanat dalları vardır.

 

Bilimsel bilgi

Sınırları önceden belirlenmiş bir alanda, bilmek amacı ile genel geçer bilgilere ulaşmak için sistemli olarak, belli bir yöntemle elde edilen bilgilerdir.

Bilimlerin özelliklerini ve yöntemlerini daha açık görebilmek için öncelikle farklarını bilmek gerekmektedir. Çünkü hem konu hem de yöntem açısından birbirinden oldukça farklı bilimsel alanlar bulunmaktadır.

BİLİMLERİN SINIFLANDIRILMASI

Bilimler alanları, yöntemleri ve sonuçları açısından öncelikle iki grupta toplanırlar:

A. Formel Bilimler ( Aksiyomatik bilimler - Normatif bilimler - İdeal bilimler – Disiplinler / Matematik, Geometri, Mantık )

Konuları; insan zihninin doğadan soyutlayarak oluşturduğu ideal, soyut kavramlardır. (Sayılar, geometrik şekiller, akıl ilkeleri vb) Bu nedenle deney yöntemini kullanmazlar. Belli bir kabul edişten ( aksiyom ) yola çıkarak; bu genel doğrudan özel sonuçlar çıkaran bilimlerdir. Tümevarım (dedüksiyon) olarak adlandırılan bu akıl yürütme; doğru kabul edişe göre kesinlik kazanır. Ancak aksiyomlar, yani kabul edişler, farklı olursa bu kez varılan sonuçlar da farklı olacaktır. Örneğin Okildes’ten bu yana kabul edilen ve düzlem koşullarında geçerli olan geometri doğruları; bir başka sistem olan uzay geometri için geçerli değildir. Kısaca Formel bilimlerin doğrusu kabul ediş sınırları içinde kesinlik taşırlar. Başka bir kabul ediş sistemi ise yine kendi içinde kesinlik taşımaktadır.

Bu açıdan bakıldığında; formel bilimler kendi sistemleri içinde doğruluk ve kesinlik taşımaktadır. Ama bu onların önemini azaltmaz. Çünkü ancak formel bilimlerin ölçüler ve tutarlık konusunda vardığı noktadan sonra diğer bilimler mümkün olabilmiştir. Bir başka deyişle formel bilimler diğer bilimlerin olması için gerekli ve zorunludurlar.

Formel bilimler pozitif bilimlerin dilidir. Pozitif bilimlerin özünü oluşturan ölçü ancak matematik bilimleri ile mümkündür. Yine bilgilerin kendi içinde tutarlılığı ve sonuçların dile getirilişleri ile doğruluğunun denetlenmesi ancak mantıkla mümkündür.

 

B. Pozitif ( Olgusal ) Bilimler

Konuları sınırları önceden belirlenmiş olan somut varlık alanlarıdır. Evrenin belli özellikleri olan bir bölümünü ele alan bu gruptaki bilimler, soyut kavramlar üzerine araştırma yapmazlar. Deneylenemeyen konuları ele almazlar. Konuları içine giren somut varlık alanlarını incelerken genellikle tümevarım (endüksiyon) yöntemini kullanırlar. Tekil doğrulardan yola çıkarak, genel doğrulara ulaşmaya çalışırlar. Ancak pozitif bilimler bazen (özellikle de insan söz konusu olunca) bilinenden bir tek gerçeklikten yola çıkarak ona benzer olan durum için yargıya varırlar. Yani benzerliklerden hareketle akıl yürütürler. Bu yöntem benzeşim ( analoji/andırım) olarak adlandırılır.

Tümevarım ve andırım yöntemi ile elde edilen doğru bilgilerden sonradır ki pozitif bilimler, alanları içinde bir genellemeye varırlarsa; bundan sonra tek olaylar için dedüksiyon yöntemini uygularlar.

Tüm pozitif bilimlerde konularının gerektirdiği farklı özellikleri dikkate almazsak aynı yöntem kullanılır. Bu yöntem deneysel yöntemdir ve dört ana aşamadan oluşur.

1. Varsayım (Hipotez) : Ele alınan konuya ilişkin geçici açıklamalardır. Bu aşamada ileri sürülen sav henüz kanıtlanması gereken bir tezdir.

2. Betimleme : Konunun özelliklerine uygun olarak doğal koşulları içinde izlenmesi, araştırılması, ölçümlenmesi ve nedenlerinin araştırılarak betimlenmesi aşamasıdır.

3. Deneyleme : İncelenen olayın, doğal durumundan soyutlanarak; laboratuarda, yapay koşullarda ve bilimcinin denetiminde yinelenerek, etkenlerin ve bunların neden olduğu değişmelerin saptanması aşamasıdır.

4. Sonuç : Yapılan çalışmalardan sonra o konuya ilişkin doğru bilgilerin derlenmesi ve açıklanmasıdır. Bu aşamada iki farklı sonuç çıkabilir.

a. Kuram ( teori ) : Henüz tüm deney ve araştırmaların yapılamadığı veya yapılamayacağı durumlarda , ancak hiçbir yanlış örneğin de bulunmadığı sonuçlardır. İzafiyet, kuantum teorilerinde olduğu gibi

b. Yasa ( kanun ) : İncelen konuya ilişkin tüm deneylerin yapıldığı ve çalışmalar sonunda kesin sonuçların alındığı varılan bilgilerdir. Yerçekimi yasası gibi.

 

Pozitif bilimler ele alıp inceledikleri varlık alanının özelliklerine göre bu temel yöntemi kendi özellerine göre kullanırlar. Bazı bilimlerde laboratuar olanakları sınırlı hatta olanaksız olunca , betimleme çalışmalarına daha da fazla özen gösterilir. Yine bazı bilimlerde bir insan ömrü deneyleri tamamlamaya yetmemektedir. İşte bu gibi durumlarda ; her bilim kendi koşullarına göre ana çizgiden sapmadan yeni teknikler geliştirerek deneysel yöntemi kullanırlar.

Konuların özellikleri yalnızca yöntemi etkilemekle kalmamakta , giderek tüm bir bilime farklı özellikler kazandırmaktadır. İşte bu açıdan bakıldığında pozitif bilimler de kendi içlerinde sınıflara ayrılmaktadır.

i) Doğa Bilimleri : Konusu cansız ve canlı doğa (everen) olan bilimlerdir. Cansız doğa bilimleri konuları gereği daha kesin ve değişmeyen bilgilere daha da kolay olarak ulaşabilirler. Çünkü cansız doğa hemen hemen hiç değişmemektedir. Böyle olunca hem incelemek kolay olmakta hemen de varılan sonuçlar çok daha uzun zaman doğru kalabilmektedir. Örneğin Arşimet’in bundan iki bin beş yüz yıl önce bulduğu sıvıların kaldırma gücü yasası bu gün hala geçerliliğini korumaktadır. Astronomi, fizik, jeoloji ve kimya bu bilimlerin başında yer almaktadırlar.

Ancak aynı kesinlikte ve uzun süreler doğru kalan bilgilere canlı doğa bilimlerinde rastlamak olanaklı değildir. Çünkü canlı doğa sürekli bir değişim içindedir. Ve dahası canlılar basamağının üst sıralarına çıkıldığında her canlı türünün zaman içindeki değişiminin yanı sıra bireyler arasında farklılıklar da gündeme gelmektedir. Tüm bunlar canlı doğa bilimlerinin hem araştırmalarını zorlaştırmakta hem de sonuçlarını tartışılabilir kılmaktadır. Ayrıca doğru bilgilerde zaman içinde doğruluklarını yitirmektedir. Bu durumda canlı doğa bilimlerinin temel görevi konuları içindeki değişimleri saptamak ve evrim sürecini açıklamak olmaktadır.

ii) İnsan Bilimleri : Konusu insan olan bilimler canlı doğa bilimlerinin tüm zorluklarını taşımaktan öte; ayrıca insanın özelliği gereği iki temel zorlukla karşı karşıyadırlar. İnsan her canlı gibi değişir. Ama onun kişilik özellikleri öylesine gelişmiş ve bireyselleşmiştir ki insan bilimleri bu nedenle neredeyse genelleme yapamaz duruma düşmektedirler.

Yine insanın yaşadığı bir başka değişim süreci de diğer hiçbir varlıkta görülmeyen toplumsal olma özelliğinden kaynaklanmaktadır. Hatta bu alanda değişim iki boyutludur. Toplumsal yanıyla insan yalnızca zaman içinde değişmemekte aynı zamanda farklı toplumlarda farklı özellikler de taşımaktadır. İşte bu üç boyutlu değişim süreçleri insan bilimlerini daha dikkatli ve özenli olmaya zorlanmaktadır. Tüm bunlara bir de laboratuar olanaksızlıklarını eklersek; insan bilimlerinin niçin 19. yy.la kadar beklemek zorunda kaldıklarını daha kolay anlarız.

Felsefe bilgisi

Önceki Sayfa

Felsefenin Dalları

Önceki Sayfa

Felsefe ve Diğer Alanlar